Saturday, January 13, 2007



SÖZÜM SANADIR
Gün gelir, her şey değişir
Gün gelir, hapishanede insan çıkar, dışarıdaki hayata karışır.
Gün gelir, kürsüde oturup kararlar veren yargıç emekli olur avukatlığa başlar.
Gün gelir, güvenlik komutanı emekli olur.
Gün gelir, gardiyan iinden ayrılır, başka işe girer
Hapishane bir zor geçittir.
Kimse hapishaneye girdiği gibi çıkmaz.
Ya büyür, ya küçülür.
Büyüse de insandır, küçülsede insandır.
İnsan, Bu dünyanın insanıdır.
Bu ülkenin insanıdır.
Gün gelir, suç sayılan erdem, erdem sayılan suç olur.
Gün gelir, içerideki dışarıda, dışardaki içerde olur.
Gün gelir , seni bulur.
Sen ki insansın
Sözüm sanadır.


Bu kitabı yazmayı istedim.
Bu kitabı yazmayı çok istedim.
"Ben bir kitap yazayım" diye değil
Benim bildiklerimi başkalarıda bilsin istedim.
Ne bildimse, yazdım, Ne gördümse yazdım.
Çekilenler, yaşananlar bunlardan fazladır, bunlardan başkadır.
Benim gördüğüm, bunların çok azıdır.
Ama ben, insanı gördüm,
Her koşulda yaşayan insanı gördüm,
Her koşulda direnen insanı gördüm
her koşulda baş kaldıran insanı gördüm.
Onlar, inançları için yaşıyor
Onlar, inançları için direniyorlardı.
Onlar, inançları için başkaldırıyorlardı.
Ellerini geleceğe uzatan insan,
sözüm sanadır.

Genç olduğu için suçlanan insanı gördüm.
İnandığı için suçlanan insanı gördüm.
İnsanlıktan sorumluluk duyduğu için suçlanan insanı gördüm.
Onları suçlayanların kendi çıkarlarını nasıl kolladığını gördüm.
Onları suçlayanların kimlere hizmet ettiğini gördüm.
Onları suçlayanların korkularını gördüm.
Onları suçlayanların telaşlarını gördüm.
Sen de göresin istedim.
Sen de bütün bunları göresin istedim.
Sözüm sanadır.

Yaşamak bir duvar resmi yapmaktır.
O duvar, insanlığın duvarıdır.
İlk insan ilk taşı koydu, duvar sürüp gidiyor.
Sen önündeki boşluğa hangi taşları koyacaksın?
Ördüğün duvara neyin resmini çizeceksin?
Karar senindir. Seçim kendi seçimindir.
Yazgı dediğini sen çiziyorsun.
Kimden yanasın, sen seçiyorsun.
Emekten, insandan, hayattan yana mısın.
Çıkardan, korkudan, ölümden yana mısın.
Sen seçiyorsun. Sen
Çizgi senin, renk senin, yön senin.
Düşünmen gerekiyor.
Yalnız kendini değil, bütün insanlığı,
Yalnız bugünü değil, bütün zamanları,
Yalnız bildiğini değil, bütün bilinenleri.
Seçim senin. Karar senin
Sen ki insansın, Sözüm sanadır.


7 ağustos 1987-Bahariye
Erdal ATABEK (SÖZÜM SANADIR kitabından)

Sunday, June 18, 2006

KUZİNE

ECE TEMELKURAN
Kuzine
Taze zeytinyağı kokusu, fırından gelmiş ekmek ılığı ve boğuk ateş sesi... Şimdi bir dağda, dünyanın en güzel yerinde, dünyanın en berbat meselesi üzerine bir kitap yazmaya çalışırken, aklım oralara gidiyor. Boğuldukça aklım kaçıveriyor. Aklım, yıllar önce, bir Ege kasabasının, sofalı mutfağındaki insan kokulu o divana, divanın karşısında durmadan yanan o kuzineye gidiyor. Patlıcan kızartması sesi, orman gibi kokan odun tozu, rüzgârda güllerin birbirine değme gürültüsü. Düşünüyorum da şimdi; Tanrı'nın en büyük hatası çocuklara vermesidir çocukluğu... ***
Hepimizin bir anı var muhakkak. Çocuk olduğumuzu, bu zamanın geçiciliğini bilmediğimiz, henüz zamanı bilmediğimiz zamanlardan kalma bir an. O zamanlar sonradan hatırlayacağımızı hiç bilmeden, içinden geçip gittiğimiz bir an. Sonradan, dünya ve insanlık hikâyeleri çamurlu bir sümük gibi üzerimize yapıştığında, silkmeye çalıştığımız her an yüzümüze gözümüze bulaştırdığımızda, aklımızın içinde iki cam tabaka birbirine çarpa çarpa kırılır gibi canımız acıdığında hatırlayıp dinleneceğimizi, hatırlayarak bir mola alacağımızı hiç bilmediğimiz anlar. Gözümüzün önünde bir çocuk büyüse şimdi, biz onu izlerken bilebilir miyiz acaba o anın onun için hangi an olabileceğini? Artık kuzineler kalmadığına göre ne biriktiriyor çocuklar geleceğe? Akıl, bazen öyle çaresiz kalıyor ki, belleği çağırıyor yardıma herhalde. "Bana bir yer bul" diyor, "Biraz dinleneyim". İşte o zaman o an, hatırladığımızı hiç bilmediğimiz o zaman aralığı çıkıp geliyor çok eskilerden. Sonsuz huzur, sonsuz kaygısızlık, sonsuz güvenlikle dolu bir zaman ve uzay parçacığı. Benim parçacığım kuzineyle ilgili. Ya sizinki neyle? Kimsenin çocukluğu çok iyi geçmiş olamaz. Çocukluk denen şey iyi geçemez çünkü. Kim ki çıkıp karşıma "Çok şahane bir çocukluk geçirdim" desin, on beş dakika verin bana, ispatlarım size yaralarla dolu bir çocukluğu olduğunu. Hiçbirimiz yeterince sevilmedik çünkü. Çünkü yeterince sevilmek diye bir şey yoktur. İnsanlık daha çözemedi bu sorununu, kimse henüz sevginin ne kadarının yeteceğini bulamadı. Ne ki hepimiz olduk işte, geçti gitti. Artık bize gereken "süper geçmiş çocukluk yılları" değil zaten. Sadece o bir an gerekli bize dünyaya dayanabilmek için, insanlığın hikâyelerine. O bir anınız varsa işte yırttınız demektir. Aklınızın içinde, bazen birbirine çarparak etinizi kese kese kırılan cam tabakalara, o çarpışmaya ara verebilirsiniz, aklınıza kaçacak bir yer bulabilirsiniz demektir.
***
Bir kuzine olsa şimdi. Dışarıda yağmur yağsa. Dedem bana sarı saat alsa. Beyaz tabaktaki zeytinyağına düşse güneş perde sallandıkça. Divanda yattığım yer ısınsa ısınsa. Uyanıkken gördüğüm rüyayı, rüya olduğunu bilmeden takip ede ede uykuya dalsam. Ölümle ve açlıkla ilgili bildiğim şeylerin hiçbirini bilmesem. Patlıcan kokmaya başlayınca uyansam. Kuzinenin kapağı açılsa, peynirli börek çıksa içinden. Sevdiğim herkes gelse, hepsi sığsa bir divana. Ekmeğin az kızarmış yanağını kolumun beyaz içine benzetsem. Bunu kimseye söylemesem o zaman, yıllar sonra bir yerde yazacağımı bilmesem. Dışarıdaki zeytin küfelerinden bir koku gelse, küplerdeki zeytinyağı titrese birileri yürüdükçe. Böyle küçük şeylere baksam hep, bir şeyleri bir şeylere benzetsem. Bu benzetmelerin sonra insanı yazar edeceğini, yazarlığın insanlığın pis meseleleriyle ilgilenmek mecburiyeti olduğunu bilmesem. Yine keşke kuzineden başka bir şey... Bilmesem.